Arafat’ta Bir Çocuk Zülfü Livaneli’nin 1978’de yayınlanan ilk edebi yapıtı olmasının yanı sıra ilk ve son öykü kitabı olma özelliğini de taşıyor. Yayınlandığı tarihten itibaren olağanüstü ilgi gören yapıt Almanca ve Farsça olarak da okuyuculara sunuldu.2013 yılında Doğan Kitap tarafından 25. basımı yapıldı.
Kitaba ismini usta yazar ve Livaneli’nin en kadim dostu Yaşar Kemal vermiş. Araf kavramı bütün öykülerdeki karakterlerin ortak noktası merkezi olarak karşımıza çıkıyor. Sığındıkları evlerde, polislere kimlik uzatırken, adres sorarken, sessiz sessiz nefes alırken sıkıştıkları, arada kaldıkları o noktada voltaya çıkıyorlar.
İlk edebi yapıtı olmasına rağmen Livaneli harfleri yan yana getirme de başarıyı yakalıyor. Bir yazarın kendisine sık sorduğu “Nasıl yazmalı? , Hangi üslubu benimsemeli? , Biçim ne olmalı? “ sorularına cevap bulmanın verdiği bilinç ve eminlik duygusuyla kaleme alınmış hikâyeler.
71 darbesi ve 72 yılında tutuklu olarak geçen dönem , 11 yıllık sürgün , öykülerde hatırı sayılır bir yer ediniyorlar. Sınır sınır dolaşan yazarın kalemindeki kahramanlar da; gurbetçiler, kaçaklar, şairler oluyor.
Tumturaklı büyük sözcüklere yer vermeden dünya gerçekliğinde ilerleyen bir olay örgüsü var kitapta. Yapıtta toplamda 8 tane öykü var. Öykü kitabı olduğu için her birini tek tek özetlemek zor ve okuyucuya kopya verme açısından riskli olduğu için sadece beğendiğim ve beğenmediğim birkaç öyküye değineceğim.
Belki sonun tatlıya bağlanmasını istediğimden önceliği sevmediğim hikâyeye veriyorum; Bütün Kuşların Uykusu
Bu öykü beni sıktı ki – çok az bir sayfa kaplamasına rağmen – neredeyse kitabı kenara bırakacaktım. Yazar çok etkilendiği bir masalı anlatmak için birkaç kişiyi bahane edip bir kurguya oturtmuş gibi, karakterler iki boyutlu, ne yaptıkları, nedenleri havada kalmış. Siz öykünün içine dâhil olmaya çalıştıkça o kendini kapatıyor. Bu dışlanmışlık duygusu kendinizi kötü hissetmenize bile neden olabilir.
Beğenerek okuduğum öykülerden biri ise Bütün Kuşların Uykusu’nun peşin sıra gelen beni toparlayan Dokuma İşçisi ile Şair.
En başta tek kişilik – şairin- korkusunun bir gün kapısının çalındıktan sonra birlikte yaşamaya başladığı işçi ile birlikte günden güne artarak gerileme dönüşümünü izliyoruz. Kitap sayfalarına, merdivenlere, perdelere, sokaklara, gazetelere hâkim olan korkunun yarattığı bencillik gibi insana özgü duyguların savaşından beslenen öykü sağlam diyalog ve tasvirlerle başarısını perçinliyor.
Kahramanların kafalarında ki sorular,
karar verirken ki hal ve tavırları bize de yansıyor. Unutmadan öyküde geçen ve
çaresizliği çok sade bir şekilde sunan soruyu sorayım; “Şair adam kitap yakar
mı?” (Sayfa 54)
Üstünden geçmek istediğim son hikâye de Müslim ve karısı Hayriye arasındaki diyaloglardan oluşan bir gurbetçi hikâyesi; Görüş.
Yedi
sayfalık bu hikâyenin beni etkileyen yönü pişmanlık ve kaygının çok basit bir
şekilde işlenmiş olmasıydı. Çiftin Almanca konuşurken zorlanmaları, kendilerine
ket vurmaları durumun gerçekliğini yakalamak adına yapılmış önemli ve güzel
hamlelerin başında geliyor.
Yapıt ile ilgili genel olarak
değerlendirmek istediğim bir durum var; birçok hikâyenin kesin bir sonuca
bağlanmaması durumu. Diğer bir hikâyeye geçerken önceki hikâyedeki karakterler
hep bir hamle yapacak gibi. Livaneli inşa ettiği bu geminin dümenine bizim
geçmemizi istemiş, üzerinde düşünmemizi, hayal kurmamızı istediği öyküler
kaleme almış.
Kitaba bir kitle sınırlaması getirmeden,
Zülfü Livaneli seven sevmeyen herkesin rahatlıkla ve keyifle okuyabileceğini
düşünüyorum.
Yazar : Erdem Duru
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder